Fransa-Türkiye İlişkilerinde Dağlık Karabağ Gerginliği

Anadolu Ajansı'nda 01.12.2020  tarihinde yayınlanmıştır.

Karabağ’daki son çatışmalar başladığında Fransa ilk olarak çatışmaların durdurulması çağrısında bulundu ve Türkiye’nin Azerbaycan’ı Karabağ’ı ele geçirmeye teşvik eden mesajlarından son derece kaygılı olduğunu açıkladı.

İki yılını dolduran “sarı yelekliler” hareketiyle sürekli protestolara sahne olan Fransa’da, son günlerde polis şiddeti ve yeni güvenlik yasa tasarısına tepki gösterenler sokağa çıkarak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un istifa etmesini istiyorlar. Kendi iç işlerinde bu kadar karışıklıklar yaşayan Fransa, Cumhurbaşkanı Macron’un verdiği beyanatlarla uluslararası arenada sık sık gündeme gelmekte. The Economist dergisine verdiği röportajda Macron Türkiye’nin Suriye’deki Barış Pınarı harekâtını hedef alarak NATO’nun “beyin ölümü” yaşadığını söylemiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna “Sayın Macron, bak Türkiye’den sesleniyorum; NATO’da da söyleyeceğim: Önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir […] Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak/çıkarmamak… Bu senin haddine mi? Böyle bir şeyin kararını senin verme yetkin var mı?” diye cevap vermişti.

Türkiye’nin Suriye harekâtının karşısında olan Fransa, Akdeniz ve Libya meselesinde de bu tavrını sürdürdü. Fransa’nın Akdeniz’deki faaliyetleri çok eskiye dayanıyor. Fransa günümüzde de Libya üzerindeki emellerini gerçekleştirmeyi ve Akdeniz’deki güç mücadelesinde söz sahibi olmayı amaçlıyor. Akdeniz’deki projelerde desteklenmeyen ve Orta Doğu’dan dışlanmaya başlayan Fransa, Libya politikasının önünde de en büyük engel olarak Türkiye’yi görüyor. Akdeniz’de Türk ve Fransız donanmalarına ait iki geminin karşı karşıya gelmesi iki ülke arasındaki gerilimin tırmanmasına sebep olmuştu.

Macron'un "Dağlık Karabağ’a müdahale etmek için sizi engelleyen nedir” sorusuna verdiği cevap tarihi bir itiraf özelliği taşıyor. Macron bu soruyu “Uluslararası hukuka, BM’nin tanımlamasına göre Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan toprağıdır. Egemen devletin talebi olmadıkça müdahale etme hakkınız yoktur” şeklinde cevapladı.
İkisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Fransa’yı Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz arama çalışmaları da karşı karşıya getirmekte. Ada açıklarında keşfedilen dev doğalgaz yataklarının çıkartılmasına Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dahil edilmemişti. Bunun üzerine Türkiye Libya’yla deniz yetki alanı mutabakatı yaparak Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine başladı. Bu durum ise Ankara ve Atina arasındaki tansiyonu artırdı ve Fransa bu süreçte de Yunanistan’ın yanında yer aldı.

Ermenistan’ın Yukarı Karabağ’ı ve etrafındaki yedi ilçeyi işgal etmesinden sonra ortaya çıkan duruma bir çözüm geliştirmek amacıyla 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından kurulan Minsk Grubu’nun 6 Aralık 1994’ten beri eş başkanlıklarını ABD, Fransa ve Rusya yürütmekte. Ermenistan’ın 27 Eylül 2020’de başlayan saldırılarına Azerbaycan’ın karşılık vermesiyle başlayan çatışmalarla ilgili olarak bu ülkelerin liderleri, Azerbaycan ve Ermenistan yönetimini AGİT Minsk Grubu eş başkanlarının desteğiyle, herhangi bir şart koşmadan durumun çözümüne ilişkin müzakereleri yeniden başlatma konusunda sorumluluk üstlenmeye çağırdıklarına dair bir bildiri yayımladılar. Fakat oluşturulduğu günden beri pek çok girişimde bulunsa da Karabağ probleminin çözülmesine yönelik somut sonuçlar elde edemeyen Minsk Grubu, bu süreçte yalnızca Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanlarının ve cumhurbaşkanlarının görüşmesini düzenleyen bir yapı olarak kaldı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de her fırsatta Minsk Grubu’nun etkisizliğini eleştirdi ve ondan daha somut adımlar beklediklerini dile getirdi.

Karabağ’daki son çatışmalar başladığında Fransa ilk olarak çatışmaların durdurulması çağrısında bulundu ve Türkiye’nin Azerbaycan’ı Karabağ’ı ele geçirmeye teşvik eden mesajlarından son derece kaygılı olduğunu açıkladı. Fransa’nın bu açıklamasında ülkesindeki Ermeni diasporanın etkisi olsa da, bu tepkinin asıl nedeni Fransa’nın Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ile girdiği mücadeleydi.

Minsk Grubu’nun eş başkanı olan Fransa tarafsız olması ve adil bir çözümün bulunmasına katkı sağlaması gerekirken, üstelik Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Ermenistan’ın işgalci olduğunu onaylayan dört kararı bulunmasına rağmen, Karabağ meselesinde açık bir şekilde Ermenistan’ı desteklemekte. Bu destek Fransa senatosunun aldığı “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti”ni tanımaya çağıran tavsiye niteliğindeki kararla son raddesine ulaştı. Senatonun 305 oy ile kabul ettiği teklifte, Azerbaycan’ın Türkiye’nin desteğiyle gerçekleştirdiği askeri saldırıları kınandı ve bölgeye yabancı savaşçı götürüldüğü iddiası da tekrarlandı. Karar sonrası açıklama yapan Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Christian Cambon, bu kararı Fransa’nın Ermeni halkıyla “dostluğunun ve dayanışmasının” bir işareti olarak gördüklerini söyledi. Teklifi hazırlayan senatörler, Fransa’nın Ermenilere insani yardımda bulunmasını, Dağlık Karabağ’da işlenen “savaş suçlarına” ilişkin uluslararası soruşturmanın açılmasını, yerlerinden edilenlerin evlerine geri dönüşüne yardımcı olunmasını ve bölgedeki Ermenilere ait tarihi eserlerin korunmasını talep ettiler.

Azerbaycan’ın 26 yıl sonra Ermenistan’a karşı gerçekleştirdiği tarihi zaferde Erivan yönetiminden yana tavır sergileyen Macron’un, Paris’te Ermeni derneği gönüllüleriyle görüşmesinde, bir dernek gönüllüsü tarafından yöneltilen “Dağlık Karabağ’a müdahale etmek için sizi engelleyen nedir” sorusuna verdiği cevap ise tarihi bir itiraf özelliği taşıyor. Macron bu soruyu “Uluslararası hukuka, BM’nin tanımlamasına göre Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan toprağıdır. Egemen devletin talebi olmadıkça müdahale etme hakkınız yoktur” şeklinde cevapladı. Senatonun aldığı karardan sonra Fransız Dışişleri Bakanlığı Fransa’nın Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını tanımadığını açıkladı.

Fransa Senatosu’nun aldığı karara karşı ilk tepki Azerbaycan Cumhurbaşkanı Müşaviri Hikmet Hacıyev’den geldi. Alınan kararı utanç verici olarak tanımlayan Hacıyev “Bu karar basit bir kâğıt parçası, Fransa’da artan İslamofobinin bariz bir örneğidir” dedi. Hacıyev Fransa’nın arabulucu rolü dolayısıyla tarafsız olması gerektiğini, fakat bunu unuttuğunu ifade etti. Hiçbir kuvvetin Azerbaycan’ın kendi topraklarından çıkmasını isteyemeyeceğini vurgulayan Hacıyev, Paris yönetiminden, sömürgeciliğin bugün bile devam ettiğinin göstergesi olan ve 200 yıldır Fransa işgali altında bulunan Mayotte adasını dikkate almasını istedi. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı ise Fransız Senatosu’nun kararının “taraflı ve provokatif” olduğunu açıkladı. Bakanlık “Arabuluculuk rolü üstlenen bir ülke tarafından böyle bir kararın kabul edilmesi, bu ülkenin tarafsızlığı konusunda ciddi şüphe uyandırıyor. Bu karar Azerbaycan toplumunda, adil bir arabulucu olarak Fransa’nın itibarını da baltalıyor” değerlendirilmesini yaptı. Ayrıca Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı, Fransa’nın Bakü Büyükelçisi Zacharie Gross’u bakanlığa çağırarak Azerbaycan’ın protesto notasını verdi.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ise Fransa senatosunun Yukarı Karabağ ihtilafı hakkında kabul ettiği kararın uluslararası hukukun en temel ilkelerinin, meşruiyetin ve hakkaniyetin, iç politika mülahazaları uğruna hiçe sayılmasının ibretlik bir örneği olduğunu, kararda Türkiye’ye atfedilen temelsiz iddiaların tamamen reddedildiğini ve Fransız senatosunun Azerbaycan’a işgalden kurtardığı kendi topraklarından çekilmesi çağrısında bulunması ciddiye alınamayacak kadar gülünç, tarafgir ve gerçeklerden kopuk bir anlayışın tezahürü olduğunu açıkladı. TBMM’de de AK Parti, MHP, CHP ve İYİ Parti ortak bir bildiri yayınlayarak Fransa Senatosu’nun uluslararası hukuka, ahlaka ve hakkaniyete aykırı bir şekilde aldığı Yukarı Karabağ kararını kınadılar. Son dönemde iç karışıklıklarla mücadele etmek zorunda kalan Fransa’nın, izlediği uluslararası siyaseti gözden geçirmezse, bundan sonraki süreçte de Türkiye ile birçok alanda karşı karşıya gelmesi muhtemel.

Türk Askeri 102 Yıl Sonra Yeniden Azerbaycan’da

Anadolu Ajansı'nda 19.11.2020  tarihinde yayınlanmıştır.

102 yıl önce Azerbaycan’a davet edilen Kafkas İslam Ordusu’nda görev yapan askerlerin torunları bu defa da Azerbaycan’ın yardım ve destek taleplerine olumlu karşılık vererek bölgeye gidecek, aldığı yetki ve sorumluklarını hakkıyla yerine getirecek.

Azerbaycan 28 Mayıs 1918’de Milli Şûrası’nı kurarak bağımsızlığını ilan etti. Bu dönemde Bakü Bolşevikler, İngilizler ve Ermenilerin işgali altındaydı. Bakü’de Azerbaycan Türklerine karşı büyük bir kıyım gerçekleştiren Ermeniler, yeni kurulan cumhuriyetin varlığını da tehdit ediyordu. Fethali Han Hoyski’nin başkanlık ettiği Şûra’da 4 Haziran 1918 tarihinde, Osmanlı Devleti ile Batum Antlaşması’nı imzalayarak Osmanlı Devleti’nden askerî yardım talebinde bulundu.

Tezkere sonrasında bölgede Türkiye’nin bulunmasından rahatsızlık duyacak ülkeler Rusya, İran ve Fransa’dır. Azerbaycan Türkiye’nin masada ve bölgede olmasını kendisini güvende hissetmek, cephede kazandıklarını masada kaybetmek istemediği için talep ediyor.

Osmanlı Devleti, Kafkas ordularının çoğunu Sarıkamış Harekâtı sırasında kaybetmiş olmasına rağmen bu yardım çağrısını geri çevirmedi. Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle, Nuri Paşa’nın komutanlığında Kafkas İslam Ordusu kuruldu. Nuri Paşa, Osmanlı askerleri ve bölgeden gönüllülerin katılımıyla oluşturduğu orduyla, bölgede Ermenilerin ve Rusların Azerbaycan Türklerine karşı gerçekleştirdiği katliamların artması üzerine Azerbaycan’ı işgalden kurtarmak için harekete geçti. Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu ilk olarak Gence ve çevresini temizledikten sonra 15 Eylül 1918’de Bakü’yü kurtararak Azerbaycan Milli Şûrası’na teslim etti. Bakü, yeni kurulan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin başkenti oldu. Enver Paşa’nın kardeşi olmasının yanı sıra başarılı komutan ve vatansever bir asker olan Nuri Paşa, günümüzde de Azerbaycan’da “Bakü Fatihi” olarak anılıyor.

Bu olaydan önce de sonra da iki kardeş halk arasındaki ilişkiler her zaman dostane oldu. SSCB’nin kurulmasıyla araya bir duvar örülse de SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler hızla gelişmeye başladı. Ancak yine de bu işbirliği 1991-1994 yılları arasında arkasına Rusya’yı alan Ermenistan’ın Azerbaycan’ın topraklarının işgalini durdurmasına yetmedi. Türkiye’nin o dönemde kendisinin karşı karşıya kaldığı sorunlar, bölgedeki dengeler, Rusya’nın Ermenistan’a açıktan destek vermesi, Türkiye’nin Azerbaycan’a gösterdiği desteği sınırlandırdı. Bununla birlikte o tarihten günümüze kadar Türkiye, Azerbaycan’ın acısını kendi acısıymışçasına hissetti ve kendi imkânları dâhilinde her zaman kardeşlerinin yanında olmaya çalıştı. 2020 Eylül’ünde Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına bir kez daha saldırması üzerine ise Azerbaycan-Türkiye kardeşliği ve işbirliği her zamankinden daha belirgin bir şekilde kendini gösterdi.

Kabul edilen bu tezkereden anlaşılacağı üzere, 102 yıl önce Azerbaycan’a davet edilen Kafkas İslam Ordusu’nda görev yapan askerlerin torunları bu defa da Azerbaycan’ın yardım ve destek taleplerine olumlu karşılık vererek bölgeye gidecek, aldığı yetki ve sorumluklarını hakkıyla yerine getirecektir.

İşgalden sonraki yıllarda Azerbaycan bir taraftan meseleyi uluslararası örgütlerin gündemine taşımaya çalışırken bir yandan da işgal altındaki toprakları kurtarma ümidiyle yaşadı. Bundan dolayıdır ki geçen 28 yıl içinde Azerbaycan, ordusunu modernize etti; Rusya, İsrail ve Türkiye’den silah ve insansız hava araçları satın aldı. Dış yardımlarla ayakta duran Ermenistan ise Rusya’nın desteğiyle askerî gücünü tahkim etti. 28 yıldır sabreden, sulh yoluyla topraklarını işgalden kurtarmak isteyen Azerbaycan, Ermenistan’ın bu seferki saldırısına çok sert karşılık verdi. Bu meşru müdafaa karşısında neye uğradığını şaşıran Ermenistan bütün cephelerde hezimete uğradı ve Rusya’dan da beklediği desteği alamadı. Neticede kuzeyden ve güneyden aynı anda savaşı başarıyla sürdüren Azerbaycan ordusu işgal altındaki topraklarını bir bir kurtardı. Ermenistan, cephe hattında bozguna uğrayınca uzun menzilli füzelerle Gence, Terter, Hızı gibi cepheden uzak yerleşim yerlerini ve Mingeçevir, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı gibi stratejik hedefleri vurdu. 93 sivili öldüren Ermenistan, savaş suçu işledi. Azerbaycan ordusunun Şuşa’yı işgalden kurtarıp Laçin’e doğru harekete geçtiği savaşın 44. gününde Rusya’nın arabuluculuğunda bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Ermenistan yenilgiyi kabul etti ve bu neticeden sonra Ermenistan karıştı.

Türkiye Cumhuriyeti, savaşın başladığı tarihten itibaren başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Dışişleri ve Milli Savunma bakanlarının yapmış oldukları açıklamalarla Azerbaycan’a en üst düzeyde destek verdiler. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Meclis Başkanı Mustafa Şentop ve siyasi parti temsilcilerinin Bakü’ye yaptıkları ziyaretler bu desteğin en önemli göstergelerindendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta Azerbaycan’ın ne talebi olursa yerine getirileceğini, Ermeniler tarafından işgal edilen toprakların kurtarılması için gereken desteğin verileceğini dile getirdi ve bunu yapmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Aliyev ise Türkiye’nin masada yapılacak görüşmelere katılmasını, hatta Rus askerlerinin yanı sıra Türk askerlerinin de bölgede yer almasını istedi. Nitekim yapılan anlaşmadan sonra Rus heyetinin Ankara’ya gelmesi ve ikili görüşmelerin gerçekleştirilmesi, Rusya’nın da Ankara’nın da bu süreçte varlığını kabul ettiğinin bir göstergesi. Hatta Rus yetkilileri, konuyla (Türkiye’nin bölgedeki varlığı) ilgili Batı’ya bilgi vermeye hazır olduklarını belirttiler. Türk-Rus heyetleri arasındaki görüşmeler önümüzdeki günlerde de devam edecek.

17 Kasım’da gerçekleştirilen bu görüşmelerden sonra ise Türkiye ile Azerbaycan arasında daha 2010’da imzalanan Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’na istinaden Azerbaycan’a asker gönderme tezkeresi kabul edildi. Bu tezkereyle Azerbaycan’ın belirleyeceği yerde Türkiye’nin Rusya ile birlikte kuracağı ortak merkezde ve bu merkezin icra edeceği faaliyetlerde Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin ve ihtiyaca göre ülkemizden sivil personelin görev yapması sağlanacaktır. Ayrıca Türkiye’nin gerek tezkerenin çıkarılması gerekse de çatışmalar sürecindeki tutumu ve Rus heyetinin ülkemize gelişi, Kafkasya’daki denklemde artık Türkiye’nin de olduğunu gösteriyor. Bu durum aynı zamanda son yıllarda aktif bir dış politika izleyen Türkiye’nin uluslararası arenada pekiştirdiği konumunun bir tezahürü.

Tezkere sonrasında bölgede Türkiye’nin bulunmasından rahatsızlık duyacak ülkeler Rusya, İran ve Fransa’dır. Azerbaycan Türkiye’nin masada ve bölgede olmasını kendisini güvende hissetmek, cephede kazandıklarını masada kaybetmek istemediği için talep ediyor. Rusya Federasyonu Kafkasya’yı hâlâ arka bahçesi olarak görüyor ve başka bir ülkenin söz sahibi olmasını istemiyor. Ancak Batı’yla ilişkileri iyi olmayan, Kırım’ın ilhakı dolayısıyla kendisine ambargo uygulanan Rusya özellikle de Akdeniz, Libya ve Suriye meselelerinin henüz sıcaklığını koruduğu bir dönemde Türkiye’yle ilişkilerini bozmak istemiyor. Bütün bu sebeplerden dolayı Rusya, Türkiye’nin Azerbaycan’a destek vermesine, masada ve sahada bulunmasına açıktan karşı çıkmıyor.

Fransa ise savaşın başından itibaren Ermenistan’ı destekledi, Türkiye’yi gerçek olmayan iddialarla suçlamaya kalktı. Fransa, Türkiye’nin bölgede olmasını istemiyor ve rahatsızlığını çeşitli vesilelerle dile getirmeye devam ediyor. Fakat Fransa’nın izlediği siyaset Türkiye’nin Kafkasya’daki rolünü olumsuz etkilemekten uzak.

Türkiye’nin tezkere sonrası bölgede bulunmasından rahatsızlık duyacak bir diğer ülke de İran. İran, 1992-1993’teki Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda Ermenistan’a verdiği destekten dolayı sabıkalı. İran’ın Hudaferin köprüsünün karşı yakasına sınır bölgesine asker yığması da ayrıca dikkati çeken bir hareket.

Türkiye’nin tezkere sonrası bölgede olmasını destekleyen ülkeler Gürcistan, Ukrayna ve Pakistan’dır. Fakat bu ülkelerin Karabağ meselesinin çözümünde doğrudan bir etkileri bulunmuyor. Dolayısıyla Karabağ meselesinde aktif ve etkin rol oynayacak ülkeler; olayın tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan; ateşkes anlaşmasının uygulanmasına nezaret edecek Rusya ve Türkiye’dir. Süreçte, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu eş başkanlarından ABD ve Fransa çok etkin olamayacak gibi görünüyor.

Kabul edilen bu tezkereden anlaşılacağı üzere, 102 yıl önce Azerbaycan’a davet edilen Kafkas İslam Ordusu’nda görev yapan askerlerin torunları bu defa da Azerbaycan’ın yardım ve destek taleplerine olumlu karşılık vererek bölgeye gidecek, aldığı yetki ve sorumluklarını hakkıyla yerine getirecektir.

Rusiya Hansı Rolu Oynayırsa, Türkiyə də Eyni Rolda Olacaq

Modern.az haber sitesinde 16.11.2020  tarihinde yayınlanmıştır.

Ali Baş Komandan, Prezident İlham Əliyevin rəhbərliyi altında Azərbaycan Ordusu Ermənistanın ardıcıl təxribatlarının və yeni işğal planlarının qarşısını almaq, işğal altında olan torpaqlarımızı azad etmək məqsədilə sentyabrın 27-dən etibarən zəfər yürüşünə başladı. 44 gün davam edən hərbi əməliyyatlar nəticəsində Azərbaycan Ordusu Ermənistanın 30 il ərzində qurduğu silahlı qüvvələrini darmadağın etdi, uzun illər ərzində işğal altında qalan Cəbrayıl, Qubadlı, Zəngilan, Füzuli rayonlarını, Xocavənd rayonunun böyük hissəsini, Laçın rayonunun bir sıra kəndlərini, Qarabağın incisi olan Şuşa şəhərini işğaldan azad etdi. Beləliklə, 44 gün ərzində Müzəffər Ali Baş Komandanın rəhbərliyi ilə Ordumuz bütün dünyaya öz qüdrətini, gücünü nümayiş etdirdi.

Nəhayət Şuşanın da alınması Ermənistanı tam tərk-silah etdi, onun bütün manevr imkanları çökdü, ölkə və dünya ictimaiyyətini aldatmaq taktikası mənasını itirdi. Düşmənin ağ bayraq qaldırmaq və kapitulyasiya etməkdən başqa çıxış yolu qalmadı. Beləliklə, Azərbaycan 30 ildir düşmən tapdağında olan doğma torpaqlarına qovuşdu.

Dövlətimizin və Ordumuzun bu qələbəsi Azərbaycana dost münasibəti bəsləyən bütün xalqları da məmnun etdi. Xüsusilə qardaş Türkiyə və türk cəmiyyəti əks-hücum əməliyyatları başlayan ilk gündən Azərbaycana dəstəyini ən içdən şəkildə ifadə etdi, həm siyasi, həm mənəvi birlik nümayiş etdirdi.

Bununla bağlı Marmara Universitetinin professoru Okan Yeşilot Modern.az-a müsahibə verib.

Öncə qeyd edək ki, Okan Yeşilot Azərbaycana bağlılığı, hələ 1990-cı illərdə Birinci Qarabağ Müharibəsi illərindən ölkəmizlə yaxın əlaqəsi ilə seçilir. O, həm Azərbaycan tarixi, irsi və mədəniyyəti ilə bağlı araşdırmalar aparır, həm də tələbələrinə bu mövzularla bağlı elmi tədqiqatlar həyata keçirir.

Okan Yeşilot Giresunda doğulub. İbtidai məktəbi Gökçealidə, məktəb və liseyi Samsun Ladik Akpınar Müəllim liseyində tamamlayıb. Daha sonra Marmara Universiteti Atatürk Pedaqoji Fakültəsi Tarix Müəllimliyi bölümünə daxil olub, 1992-ci ildə buradan məzun olub.

1999-cu ildə Marmara Universiteti Türkologiya İnstitutunun magistr mərhələsini “Hacı Zeynalabdin Tağıyevin həyatı və fəaliyyəti” mövzusunda, doktorantura təhsilini isə İstanbul Universiteti Sosial Elmlər İnstitutu Ümumi Türk Tarixi ixtisası üzrə “Həsən Məlikzadə Zərdabinin həyat və fəaliyyəti” mövzusunda tədqiqat işləri ilə başa çatdırıb. 1995-1996-cı illərdə Azərbaycanda Bakı Dövlət Universitetində qonaq tədqiqatçı kimi fəaliyyət göstərib. 1997-1998-ci illərdə Beynəlxalq Türk-Qazax Xoca Əhməd Yəsəvi Universitetinin Çimkent bölümündə müəllimlik edib. “Çarlıq dövrü Azərbaycan tarixi” üzərində sistemli şəkildə çalışan Yeşilot, 1991-ci ildən sonrakı yeni dövr Azərbaycanın problemləri ilə bağlı da araşdırmalar aparıb. 2008-ci ildə dosent elmi dərəcəsini qazanıb. 2014-cü ildə professorluğa yüksəlib. Hazırda Marmara Universiteti Fənn-Ədəbiyyat Fakültəsi Tarix Bölümündə müəllim, Türkologiya İnstitutunda müdir kimi fəaliyyət göstərir.

Onunla söhbəti təqdim edirik:

- Okan bəy, Azərbaycan 30 ildir gözlədiyimiz bir savaşdan qalib çıxdı. Torpaqlarımız erməni işğalından qurtuldu. Bu müharibə ilə bağlı fikirləriniz bizim üçün vacibdir.

- Bu problem 1800 -cı illərin əvvəllərindən bəri bölgəyə rusların gəlməsi, Gəncə və Bakının rus işğalına girməsi ilə ermənilərin Osmanlıdan və digər bölgələrdən İrəvana və Qarabağa köçürülməsiylə başlandı.  Burada yaşayan Azərbaycan Türkləri qətlə yetirildi, qovuldu. Erməni əhalinin sayı artırıldı. 1905-də ilk münaqişələr, erməni təcavüzü başlandı. 31 mart 1918-ci il tarixində böyük bir hücum oldu. Rəsmi qeydlərə görə, 12 min, qeyri-rəsmi mənbələrə görə isə 30 min insan qətlə yetirildi. Qızıl ordu 1920-ci ilin aprel ayında Qafqaza gələndən sonra ermənilər daha çox təxribatlara əl atdı. Zəngəzur başda olmaqla, Azərbaycanın bir çox torpağı ermənilərə verildi. Sovetlər gəlməzdən əvvəl Azərbaycan torpaqları 114 min kv. kilometr idisə, 1990-da bu rəqəm 86 min kv/km-a düşdü. Torpaqlarımız ermənilərə paylandı, hədiyə edildi.

Ermənilər 1923-cü ildə yaradılan Dağlıq Qarabağ Muxtar Vilayətinin özlərinə aid olduğunu iddia etdilər. Burada yaşayan Azərbaycan əhalisi məqsədli şəkildə azaldılırdı. Beynəlxalq dəstək aldılar, Rusiya onları cəsarətləndirdi. 1988-ci ilə gəlincə, ermənilər mitinqlər keçirdilər, ərizələr yazdılar və sivil Azərbaycan Türklərinə erməni hücumları başladı. Sovetlər Birliyi Dağlıq Qarabağ ərazisinin Azərbaycana məxsus olduğunu həmişə deyirdi. 1990-cı illərdə savaş başlamış oldu. Ermənilər Qarabağdan başlayaraq, Azərbaycan Türklərinə hücum etdilər. 1988-ci ildə İrəvan Xanlığının mirasçısı olan İrəvan Türkləri də Ermənistandan çıxarıldı. Beləliklə, Türksüz Ermənistan planı həyata keçirildi. Hansı ki bütün bu ərazilər tarixi Türk yurdudur. 1994-cü ildə atəşkəs elan olundu. Bu problem guya ATƏT-in Minsk qrupu ilə həll olunacaqdı. Amma qrupun həmsədrlərinə baxın - Amerika, Rusiya və Fransa. Onlar məsələni həll etməyə heç də maraqlı deyildilər. Qəbul olunmuş 4 qətnamənin hər biri bunu deyir ki, işğal olunan torpaqlar Azərbaycana aiddir və Ermənistan Ordusu dərhal burdan çıxmalıdır. Amma bunların heç biri gerçəkləşmədi.

2016-cı il aprel döyüşlərində Azərbaycandan sərt reaksiya alan ermənilər hücumu dayandırmağa məcbur oldular. Tovuz hadisələrində də eynilə. Torpaqları işğal olunan Azərbaycan, işğal edən Ermənistan, qətliam törədib hücumlar edən yenə də Ermənistandır. Bundan sonra 44 günlük bir müddətdə Azərbaycan Ordusu möhtəşəm bir zəfər qazandı. İllərdir qoyulan vəsaitlər, ciddi çalışmalar ilə yaranan müzəffər Azerbaycan Ordusu Ermənistanı meydanda pərişan etdi. 30 ildir torpaqlarımızda xəndəklər qazıb mina döşəmələrinə baxmayaraq,  savaşı Azərbaycan minumum şəhid ilə nəticələndirdi. Allah şəhidlərimizə rəhmət etsin. Onların ruhu inanıram ki şaddır, çünki qanları yerdə qalmadı.

- Bildiyim qədərilə ermənilərin 1990-cı illərdə Qarabağda bizə gətirdiyi fəlakətlərin canlı şahidlərindən birisiniz. İlk Qarabağ müharibəsi ilə mövcud vəziyyət arasında hansı vacib fərqlərdən danışmaq olar?

- Başından bəri deyirdim ki, bu məsələ “müharibə diplomatiyası” ilə həll olunar. Çünki kimsə bizə bu torpaqları xoşluqla verməyəcək. Paşinyanın erməniləri təhrik etməsi, başqa torpaqlara iddia etmək üçün hazırlanması Ermənistanın bugünkü vəziyyətinin səbəkarıdır. Azərbaycan möhtəşəm bir zəfər qazandı. Ağıllı davranması, orduya qoyulan sərmayə və İlham Əliyevin göstərdiyi mətanət ilə bu baş tutdu. Ordusu və milləti ilə bir olan Azərbaycan, Türkiyənin də dəstəyi ilə qalib gəldi. 1990-cı ildən etibarən ermənilərin başımıza gətirdiyi faciələrin canlı şahidiyik. Buradakı əsas fərq, Azərbaycan artıq köhnə Azərbaycan deyil. Mən bura ilk gəldiyimdə küçələr dağılmışdı. Qaçqınların yaşadığı acıları özüm müşahidə elədim. Bununla bağlı ilk beynəlxalq məqaləni də mən yazdım. Yurdlarından didərgin düşmüş insanlar çox acınacaqlı vəziyyətdə idi. Bu müddət ərzində Azərbaycan dövləti qaçqınlar və qaziləri ortada qoymadı. Onları işlə, evlərlə təmin etdi. Çox şükür ki, artıq o vaxtlarda olan acılar, ağrılar keçmişdə qaldı.

- Bütün dünyaya bir daha məlum oldu ki, ermənilər müharibədə belə qəddar, vandal bir yanaşma nümayiş etdirdilər. 1990-cı illərdə olduğu kimi, bu müharibədə dinc insanları da öldürdülər. Döyüş meydanından çox-çox uzaqda olan Gəncə, Bərdə və Tərtər kimi bölgələrimizə raket atdılar. Bu vəziyyətə görə dünyanın ermənilərə münasibəti necə olmalıdır? Ermənilər hansı cəzaya layiqdirlər

- Ermənilər tarix boyu Anadoluda, Qarsda, Ərzurumda Adanada və daha bir çox yerlərdə məsum, sivil xalqı qətl etdilər. Biz Türklər bu erməni vandalizmi ilə bütün əsrlərdə mübarizə aparmışıq. Bunun son nümunələrini təəssüf ki, Gəcə və Bərdədə gördük. Onlar bu insanlıq cinayətini, terror aktını illərdir dünyanın gözü önündə törədirlər. Bu, onların ilk dəfə məsum xalqı qətl edişi deyil. Biz buna yüz illərdir şahidlik edirik. Ermənilər beynəlxalq hüquqa görə cinayət işləyirlər, lakin bunun cəzasını verə biləcək bir güc hələ yoxdur. Onlardan bir ədalət gözləmirik, çünki onlar günahkarın tərəfindədirlər.

- Müharibə başlayandan bəri qardaş Türkiyənin siyasi və mənəvi dəstəyini gördük. Türkiyənin İkinci Qarabağ müharibəsində rolu və əhəmiyyəti haqqında nə deyə bilərsiniz? Bundan sonra Türkiyənin bölgədəki mövqeyində hansı müsbət dəyişikliklər olacaq?

- Türkiyə proseslərin başından etibarən Azərbaycanın yanında yer alır. Texniki məsələlər, ordunun tədrisi baxımından Türkiyə aktiv rol oynadı. Prezident Ərdoğanın da dediyi kimi, Azərbaycan necə istəyirsə, elə olacaq. Xarici işlər naziri 4 dəfə, Müdafiə nazirimiz və İstihbarat təşkilatının rəhbəri dəfələrlə Azərbaycanı ziyarət etdi. Bizlər Türk xalqı olaraq müharibəni başından sonuna qədər həyəcanla izlədik və Azərbaycanın qələbə qazanması üçün dualar etdik.

- Türkiyə ilə Rusiya arasında yaxınlaşma mərhələsi olaraq, Qarabağ mübahisəsinin həllində birlikdə iştirak etmək iki ölkə arasındakı münasibətlərə təsir edəcəkmi?

- Bundan sonra regionda Rusiya nə rol oynayırsa, Türkiyə də eyni rolda olacaq. Türkiyə və Azərbaycan bölgədə qurulacaq hər hansı masada aktiv rol oynayacaq. Rusiyadan gələn heyətlə görüşmələr davam edir. Bəzi mövzularda problemlər var. Amma nə olursa olsun, artıq heç kim Azərbaycan Türklərinin haqqını yeyə bilməyəcək. Haqq, ədalət təmin ediləcək və Türkiyə də bunun ən böyük dəstəkçisi olacaq. Rusiya da Türkiyənin gücünə yaxşı bələddir. Azərbaycanda cəbhə xətti təmizlənəcək. Şuşada illər sonra cümə namazının qılınışını göz yaşlarıyla seyr etdik.  Kəlbəcər, Ağdam və Laçına da qovuşuruq. Yenidən oralar canlanacaq, ağaclar əkiləcək, evlər tikiləcək, meşələr salınacaq, quş səsləri, uşaq səsləri eşidiləcək. Torpaqlarına həsrət qalmış minlərlə Azərbaycan Türkü yurdlarına qovuşacaq. Çətinliklər var, lakin Azərbaycanın bunu qarşılayacaq qədər iqtisadi və siyasi gücü var. Azərbaycan bütün dünyaya haqlılığını və savaş meydanında gücünü sübut etdi.

- Okan bəy, Naxçıvanla Azərbaycanın digər bölgələri arasında quru əlaqəsi olacaq. Bunun əhəmiyyəti haqqında fikirləriniz maraqlıdır.

- Mən Bakı-Tblisi-Qars yolunu “dəmir ipək yolu” adlandırmışdım. İğdırdan çıxacaq bir ucu Sədərəyə, digər yoluyla Zəngilandan Bakıya gedəcək olan yola isə “Könül körpüsü” deyirəm. Bu yol Naxçıvanla Azərbaycanı bağlayacağı kimi, Türkiyə ilə Türk dünyasını birləşdirəcək könül yoludur. Əvvəllər Naxçıvandan Bakıya təyyarə ilə gəlməyə məcbur olan soydaşlarımız, artıq tarixi yerlərimizə, Xudafərinə salam verərək Bakıya gedə biləcəklər. Rusiya bundan sonra o körpünü qoparmağa qadir deyil. Ermənistan üç dəfə ciddi təxribata əl atdı, hər dəfə də cavabını aldı. Kim insanlığa zərər verərsə, cavabını alacaq. İqtisadi baxımdan yolun daha qısa olması yaxşıdır. Bu hədəfə çatdığımıza görə dəyərli Prezidentlərimizə, ordumuz və xalqımıza öz minnətdarlığımı bildirirəm. Bizim üçün bir xəyal idi, gərçək oldu. Ümid edirəm əsarət altındakı  bütün türk yurdları tez zamanda azad olunar. Eşq olsun Azərbaycan ordusuna, millətinə və prezidentinə. Eşq olsun Azərbaycan Türkiyə qardaşlığına!

Karabağ “Savaş Diplomasisi”yle Geri Alınacak

Düşünce Mektebi'nde 13.10.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Cephede başarı sağlanıp işgal altındaki topraklar kurtarılmadan ateşkes çağrıları kabul edilmemelidir. Çünkü bu, bundan önceki tecrübelerden yola çıkarak yine sonuçsuz görüşmeler ve paket taleplerden oluşan uzun yıllar demektir.

Çoğu insanın bildiğinin aksine Karabağ sorunu 1990’dan sonra değil, XIX. yüzyılın başlarında ortaya çıktı. Çarlık Rusya’sı Kafkasya’yı işgal ettikten sonra 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile bölgenin kaderi değişmeye başladı. Bölgenin iki önemli Hanlığı olan Revan ve Karabağ Hanlıkları da Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edildi. Türkmençay Antlaşmasından sonra Rusya tarafından planlı bir şekilde Osmanlı, İran ve Rusya topraklarında yaşayan Ermeniler Revan ve Karabağ Hanlıklarına göç ettirildi.

Demografi değiştirildi

Böylece bölgenin demografisi değiştirilirken, Azerbaycan Türkleri bölgeden zorla çıkarıldı ve bir Ermenistan Devleti kurmak için ilk adımlar atıldı. Çarlık Rusya’sı döneminde bölgede birçok huzursuzluk meydana geldi. 1905 yılında Azerbaycan Türkleri ile Ermeniler arasında çatışmalar başladı. 30 Mart 1918 tarihinde Ermenilerin saldırısıyla bölgede yaklaşık 12 bin Azerbaycan Türkü öldürüldü. 15 Eylül 1918 tarihinde Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu Bakü’ye girerek bölgeyi Ermeni ve Bolşevik işgalcilerden kurtardı. 28 Mayıs 1918’de kurulan ve yaklaşık iki sene süren Azerbaycan Cumhuriyeti, Nisan 1920’de Sovyet Orduları tarafından işgal edildi. Sovyetler döneminde Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı muhtar bir vilayet statüsünde olan Karabağ bölgesinin nüfusu Ermenilerin lehine değiştirilmeye devam edildi. Sovyetler Birliği döneminde Ermeniler, birçok kez Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti’nin Azerbaycan’dan alınıp kendisine bağlanmasını istedi fakat Sovyet Yönetimi her defasında bölgenin Azerbaycan’ın toprağı olduğunu teyit etti.

Ermeniler sihlandırıldı

Sovyetler Birliği’nin son döneminde Ermeniler fiilen harekete geçti ve bölgeyi işgal etmek için hazırlıklar yaptılar. Sovyet yönetimi, Azerbaycan Türklerinin elindeki av tüfeğine kadar topladı buna karşılık Ermenilere silah ve mühimmat yardımı yaptı. 1988 yılında Ermenistan sınırları içerisinde yaşayan yaklaşık 300 bin Türk kovularak kaçkın durumuna düşürüldü. Böylece ilk aşama olan “Türksüz Ermenistan” oluşturuldu.

26.12.1991 tarihinde Hankendi’nin işgaliyle başlayan Ermeni saldırıları 26.02.1992’deki Hocalı Katliamı ile zirveye ulaştı. 02.04.1993 tarihinde Kelbecer’in işgalinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ermenistan ile sınırını kapattı ve diplomatik ilişkilerini askıya aldı. İşgallerine devam eden Ermeniler Şuşa, Laçin, Ağdere, Ağdam, Cebrayıl, Fuzuli, Gubatlı ve Zengilan’ı da işgal etti. 1994’te yapılan ateşkes antlaşmasından sonra da cephe hattında zaman zaman “düşük yoğunluklu” çatışmalar devam etti. Karabağ sorununu çözmek üzere AGİT tarafından 1992 yılında kurulan AGİT Minsk Grubu (Eş başkanları ABD, Fransa ve Rusya) olumlu hiçbir varlık göster-e-medi. Ateşkesten sonra geçen 26 yıllık süre içerisinde gerçekleşen görüşmeler netice vermediği gibi, Rusya’nın desteğiyle bölgeyi işgal eden Ermenistan, Karabağ’da ikinci bir Ermenistan Devleti kurmak istedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi işgal edilen Karabağ ile alakalı 1993 yılında dört karar aldı. Bu kararlarda, Ermeniler tarafından işgal edilen bölgenin derhal boşaltılması ve göçmenlerin geri dönmesi istendi. (822, 853, 874, 884 No’lu Kararlar) Ermenilerin saldırıları sonucunda Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgal edildi, yaklaşık 30 bin kayıp verildi ve 1 milyona yakın insan göçmen duruma düştü.

Bir süredir uluslararası kamuoyunun gündemini meşgul eden Karabağ cephesindeki ateşkes ihlalleri, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin 27 Eylül 2020’de saldırıya geçmesi savaşın tekrar başlamasına sebep oldu. 1994 yılında ateşkesin ilan edilmesinden sonra Ermenistan birliklerinin cephe hattında birçok kez bazen kısa süreli bazen daha uzun süren ateşkes ihlalleri bu kez en ciddi seviyeye ulaştı.

Dağlık Karabağ sorunu konusunda, Ermenistan iç işlerindeki karışıklıkları (Paşinyan’ın verdiği sözleri yerine getirmemesi ve muhalefete karşı tavrı) ve uluslararası arenadaki siyasi başarısızlıklarını gizlemek için bir kez daha saldırıya geçti. Kendini destekleyenlere güvenerek defalarca cephe boyunca provokasyonlarda bulunan ve sonuçta verdiği kayıplarla başarısızlığa uğrayan Ermenistan, 27 Eylül 2020’de bu kez ağır silahlardan istifade ederek sivil halkı hedef aldı. Azerbaycan Ordusu buna karşı saldırıyla cevap vererek stratejik mevkileri ve yerleşim birimlerini işgalden kurtardı ve kurtarmaya devam ediyor.

Saldırı bekleniyordu

Nikol Paşinyan’ın aylardır gizlice savaşa hazırlandığı hakkındaki istihbarat Azerbaycan tarafından bilinmekteydi ve bu bilgi resmi olarak Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından kamuoyuna açıklandı. Azerbaycan, Ermenistan’ın askeri provokasyonlarına karşı savunma hazırlıklarını tamamlayarak (Türkiye ve İsrail’den alınan İHA ve SİHA’lar başta olmak üzere yeni silahlar) yapılacak bir saldırıya karşı dikkatli bir politika yürüttü. Sonuçta Azerbaycan Ordusu’nun bütün savunma ve hücum hareketi tam zamanında gerçekleşti. Aslında düşmanın bu saldırısı ani olsa da beklenmedik değildi. Temmuz 2020’de Tovuz’da meydana gelen ateşkes ihlalinde olduğu gibi Azerbaycan buna da karşı saldırıyla cevap verdi. 27 Eylül’de Ermenistan Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri, uluslararası hukuk normlarını bir kez daha ihlal etti. Sabah erken saatlerde başlayan saldırılarda sivil yerleşim alanlarına ve askeri mevzilere -ağır toplar da dahil olmak üzere- her yönden saldırıya geçen Ermeniler, sivil ve askeri kayıplara neden oldu. Ermeni birlikleri bu saldırının Azerbaycan halkı arasında panik, endişe ve korku yaratacağını umuyorlardı. Ama Azerbaycan’da halk, savaş haberlerinden endişe duymadı, panik yaşamadı. Aksine kamuoyunun ortak fikri savaşın sonunda başladığı şeklindeydi. Bu sayede işgal edilen topraklar kurtarılmış olacaktı. Azerbaycan ayrıca sivillerin güvenliğini sağlamak için meşru savunma hakkı çerçevesinde, uluslararası insani hukuka tam uygun karşı saldırı ve misilleme tedbirlerini uygulayacağını beyan etti.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 27 Eylül 2020 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasasının 109. Maddesi, 29. Maddesi ve 111. Maddesinin gerektirdiği şekilde Azerbaycan Ordusunun bu saldırıları önlemek için karşı saldırı operasyonları başlattığını bildirerek ülke genelinde sıkıyönetim ilan etti. Azerbaycan işgal edilmiş topraklarını barış yoluyla olmaması halinde, askeri yolla da olsa er geç geri alacağını defalarca beyan etmiş ancak Ermenistan buna askeri bir söylem olarak yaklaşmıştı. Cephe hattında ağır yenilgi alan Ermeni birlikleri yaşanan savaş hakkında sahte bilgiler yayarak dünyada bir kamuoyu oluşturmak istedi. Ancak savaş işgal edilmiş olan Azerbaycan topraklarında devam etmektedir ve bundan zarar gören de bilhassa Azerbaycan’ın sivil halkıdır.

Ermenistan’ın Karabağ konusunda belirleyici bir etkisi yoktur. İhtilafın adil bir şekilde çözülmesi için en güçlü hareketi Moskova’nın yapacağı bir gerçektir. Sonuçta Rusya Minsk Grubu’nun üç eş başkanından biridir ve Ermenistan, Rusya ile çok yönlü ilişkiler içindeki bir ülke olmanın ötesinde -her ne kadar Paşinyan’ın Rusya ile araya mesafe koymak ve Batı’ya yanaşmak istemesine rağmen- onun “arka bahçesidir”. Onun için hiçbir güç Ermenistan’ı Moskova’nın etki alanından kolay kolay çıkartamaz. 27 Eylül 2020’de Ermenistan tarafından başlayan saldırılardan sonra Erivan ve Bakü arasında yaşanan gerginlik, savaş ve diplomasi trafiği bilhassa son günlerde Moskova’nın sessizliğine yol açtı. Rusya, Minsk Grubu üyesi olarak çatışmaların durması için her iki tarafa da çağrıda bulundu. Paşinyan’ın Putin’e müracaatı sonrasında, Putin’in “çatışma Ermenistan topraklarında olmadığı için karışamayız” beyanatı Ermenistan’ın Rusya’dan bölgeye müdahale beklentisini sona erdirdi.

Çözümsüzlüğün çözümü

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Ermenistan’a sadece işgal edilen topraklardan geri çekilme şartıyla savaşın durdurulabileceğini söyledi. Zira Birleşmiş Milletlerin 41. ve 51. Maddelerinde işgal edilen ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamak için bireysel veya kitlesel olmak üzere herhangi bir yola müracaat etme hakkını korumaktadır. Uluslararası anlaşmalarda işgalci ülkelerin korunmasına dair hiçbir kural veya hüküm yoktur. Bundan yola çıkarak arabulucuların sürekli Karabağ sorununun askeri çözümünün mümkün olmadığını açıklamaları anlaşılır değildir. Azerbaycan’ı pasif bir şekilde tutarak çözümsüzlüğün çözümünü kabul etmek zorunda bırakmak arzu edilendir. Bölgeye istediği zaman müdahale edebilecekleri kontrollü bir kaos istendiği anlaşılmaktadır. Ancak Azerbaycan daha önce de ifade edildiği üzere mevcut durumu adaletsizliği sona erdirme imkânına sahiptir. Cephede başarı sağlanıp işgal altındaki topraklar kurtarılmadan ateşkes çağrıları kabul edilmemelidir. Çünkü bu, bundan önceki tecrübelerden yola çıkarak yine sonuçsuz görüşmeler ve paket taleplerden oluşan uzun yıllar demektir. Ermenistan’ın işgal ettiği toprakları geri vermek istememesi sır değildir. Zira Ermeni siyasiler tarafından pek çok kez “toprağı ele geçirmek için kan döktük, kan dökmeden vermeyiz” şeklindeki beyanatları bilinmektedir. Ayrıca Paşinyan’ın 2019’da Hankendi’nde “Karabağ Ermenistan’ındır. Nokta” demesi askeri anlamda kışkırtıcı bir söylemdir. Temmuz 2020’de Tovuz Savaşlarından sonra Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Dağlık Karabağ Cumhuriyetini taraf olarak tanımak ve ayrılıkçıların kendi kaderlerini tayin hakkını istemesi unutulmamalıdır. Bahsedilen bu talepler Azerbaycan’ın ikinci bir “sözde Ermeni Devleti’nin” kurulmasını kabul etmesi demektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlarının yapmış oldukları açıklamalarda Azerbaycan’a en üst düzeyde destek verdi ve bundan sonraki süreçte de destek vereceğini beyan etti. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Bakü’ye yaptığı ziyaret bu desteğin en önemli göstergelerinden biridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta Ermeniler tarafından işgal edilen toprakların kurtarılması için Azerbaycan’a her türlü desteğin verileceğini söylemektedir. Aliyev de Türkiye’ye verdiği destek için teşekkür etmektedir. Türk Devleti’nin bu tavrı başta bölge ülkelerinin ve konuyla ilgilenen diğer ülkelerin meseleye bakış açılarının oluşmasında etkili olmuştur.

Sivillere saldırı acziyettir

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, işgal altındaki toprakların kurtarılması için uzun süre sabrettiklerini ve işgal altındaki topraklar kurtarılıncaya kadar anlaşma masasına oturmayacaklarını ifade etmiştir. Azerbaycan yönetimi, ordusu ve Azerbaycan halkı işgal altındaki toprakların kurtarılması konusunda istekli ve gayretli görünmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, daha öncesinde olduğu gibi bu çatışmada da Ermenistan’a açıkça destek vermiş, hatta Türkiye’yi suçlayıcı ve inandırıcılığı olmayan bir takım iddialar ortaya atmıştır. Ermenistan, cephe hattında bozguna uğrayınca uzun menzilli füzelerle Gence, Mingeçevir, Terter, Hızı gibi cepheden uzak yerleşim yerlerini ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı gibi stratejik hedefleri vurmaya başladı. Ermenistan’ın kendi topraklarından atılan bu füzelere Azerbaycan ordusu karşılık verirse Rusya’nın savaşa müdahale edeceğini planlanmaktadır. Fakat Azerbaycan bu provakasyonun farkındadır ve amacının sadece işgal altındaki toprakların kurtarılması olduğunu her fırsatta beyan etmektedir. Cephe bölgesinin çok uzağında olan stratejik bölgeleri ve sivilleri vurmak Ermenistan’ın acziyetini gösterdiği gibi aynı zamanda bir insanlık suçudur. Ermenistan, başta Rusya olmak kaydıyla dünya liderlerine müracaat ederek ateşkes yapılmasını istemektedir. Fakat Azerbaycan ordusu işgal altındaki toprakları kurtarıncaya kadar savaşa devam etme niyetindedir. Ermeni ordusu bozguna uğrasa da yaklaşık 30 yıldır işgal altında kalan toprakların kurtarılması biraz zaman alacaktır. En az kayıpla Dağlık Karabağ ve etrafındaki yedi bölge işgalden kurtarılıp Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü sağlanacaktır.

Azərbaycan “öz göbək bağını” özü kəsir

ŞƏRQ Qəzeti'de 13.10.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

“İşğalçı Ermənistanın məğlub olduğu gün kimi ortadadır” “Cəbhə xəttindən çox uzaqlardakı Gəncəni ballistik raketlərlə atəşə tutmaq Ermənistanın son çırpıntılarıdır” “Dağlıq Qarabağa uşaq gülüşləri geri qayıdacaq. Qısası, bu savaş Azərbaycanın haqq və ədalət mübarizəsidir” “Tarix göstərib ki, məsum insanlara erməni hücumları bitməyəcək. Azərbaycan, Türkiyə və bütün Türk dünyası güclü olmalıdır” Son günlər məşhur türk şairi Mehmet Akif Ersoyun “İstiqlal marşı” tez-tez yadıma düşür. Müəllif “ben əzəldən bəridir, həp yaşadım, hürr yaşarım, hangi çılğın bana zincir vuracaqmış, şaşarım” misaraları ilə sanki indiki vəziyyəti təsvir edirdi. Doğrudan da, indi- otuz ildir həsrətində qaldığımız torpaqlarımızın azadlığı uğrunda əks-hücum əməliyyatlarına keçdiyimiz bir vaxtda nəinki işğalçı düşmən, heç onun havadarları da qabağımızda dayana bilmirlər. Sürətlə Dağlıq Qarabağımıza doğru gedirik, Azərbaycan bayrağını tapdaq altında olan torpaqlarımızda dalğalandırmağa tələsirik. Əlbəttə, bu cür əmin addımlarımızla irəliləyimizdə qardaş Türkiyənin mənəvi dəstəyinin də xüsusi rolu var. Baş verən hadisələri həssaslıqla, diqqət və həyəcanla izləyən qardaşlarımız bizə inamlarını, dəstəklərini ən müxətlif səviyyələrdə ifadə edirlər. Türkiyənin Marmara universitetinin professoru Okan Yeşilot da belələrindəndir. O, Dağlıq Qarabağ müharibəsinə dair “Sherg.az”ın suallarını cavablandırıb: - Təxminən otuz ildən sonra təkrarlanan Dağlıq Qarabağ müharibəsi barədə nə düşünürsünüz? Sizcə, bu, tarixin revanş fürsəti ola bilərmi? - Bu dəfəki təxribatlar da 200 illik bir məsələdir. Türk dünyasının ortasına bıçaq kimi sancılan Ermənistan yaratmaq layihəsinin bir səhifəsidir. Bitməyən erməni məskunlaşmasının və təxribatının növbəti nümunəsidir. Məncə, indiki hərbi əməliyyatlar təkcə Dağlıq Qarabağ döyüşləri deyil, həm də Azərbaycanın vətən müharibəsidir. Bu savaş sizin də dediyiniz kimi, təxminən otuz il əvvəl başlanan Dağlıq Qarabağ müharibəsində doğma torpaqlarından didərgin salınan 700 mindən çox dinc sakinin, Azərbaycan türkünün evlərinə geri qayıtmaq imkanıdır. Hərçənd ki, orada ciddi dağıntıların olduğunu, heç bir tikilinin, o cümlədən evin qalmadığını azad olunan Cəbrayılın timsalında gördük. Ermənistan vandallığı ilə Azərbaycanın bütün kənd və şəhərlərini dağıtmış, daşı daş üstündə qoymamışdır. Cənab prezident İlham Əliyevin də dediyi kimi, inşallah, işğaldan tamamilə azad olunduqdan sonra oralarda şəhərlər salınacaq, uşaq gülüşləri geri qayıdacaq. Qısası, bu savaş Azərbaycanın haqq və ədalət mübarizəsidir. Beynəlxalq hüquq Azərbaycanın haqlı olduğunu görür, deyir. Azərbaycanın başqasının torpaqlarında gözü yoxdur. Bu, sadəcə bir Dağlıq Qarabağ savaşı deyil, Azərbaycanın haqq savaşı, vətən müharibəsidir. BMT-nin qətnamələri əsasında işğal altında olan torpaqları azad etmə mübarizəsidir. - Dünya dövlətlərinin məsələyə münasibətini necə qiymətləndirirsiniz? - Məsələnin həlli üçün yaradılan ATƏT-in Minsk qrupu iyirmi altı ildə bir millimetr də məsafə qət edə bilməyib, nəticəyə nail olmayıb. Çünki heç bu barədə fikirləşmədi də. - Məsələ necə həll olunmalı idi? - Çox bəsit. Ermənistan BMT-nin qətnamələrinə əməl edərək işğal etdiyi torpaqlardan çıxmalı idi. Əslində işğalçı ölkənin bunu könüllü olaraq etməyəcəyi məlum idi. Bunu görən vasitəçilər Ermənistanı BMT qətnamələrinə əməl etməyə çağırmaqla kifayətlənməməli, hətta güc tətbiq etməli idi. Amma təəssüf ki, etmədi, edə bilmədi. Daha doğrusu, etmək istəmədi. Azərbaycanın ağıllı və uzaqgörən hakimiyyəti belə olacağını əvvəlcədən bilir və müvafiq hazırlıq işlərini görürdü. Azərbaycan böyük dövlətlərin ikili standart yeritdiyini və işğala məruz qalanı müdafiə etməyəcəyini bilirdi. Nəhayət, Türkiyə prezidenti, cənab Rəcəb Tayyib Erdoğanın da dediyi kimi, Azərbaycan “öz göbək bağını özü kəsmək” qərarına gəldi. Azərbaycanın buna gücü çatar. -Həmin böyük dövlətlərdən biri də Rusiyadır. Sizcə, rəsmi Moskva nə etmək istəyir? -Erməniləri İrəvan və Qarabağ xanlığına köçürən, Ermənistan dövlətini quran Rusiyadır. İşğalçının ən böyük havadarı Kremldir. Diplomatik, iqtisadi və əsgəri qüvvə baxımından rəsmi Moskva Ermənistanda tam söz sahibidir. Ermənistan baş naziri Nikol Paşinyan “Rusiya ilə araya məsafə qoymaq lazımdır, Qərblə daha yaxşı ünsiyyət qurmaq gərəklidir” demişdir və siyasətini bu istiqamətdə qurmuşdur. - Moskvadakı üçtərəfli görüş barədə nə deyə bilərsiniz? - Müntəzəm olaraq Azərbaycana təhdid xarakterli siyasət yürüdən və “yeni torpaqlar üçün yeni savaşlar”, “Qarabağ Ermənistandır, nöqtə” deyən Paşinyan sentyabrın 27-də Azərbaycan torpaqlarına hücum etmiş və heç gözləmədiyi qarşılıq almışdır. Həmin əks-həmlələr indiyədək bitməyib. Rusiya ilk günlər atəşkəs xəbərdarlığı elədi. Azərbaycan cəbhədə uğurlar qazandıqca, Ermənistan məğlub olduqca Paşinyan atəşkəs üçün havadarına yalvarmağa başladı. Beləliklə, Moskvada atəşkəs imzalandı. Rusiya bu elədikləri ilə hələ də güclü olduğunu göstərmək istəyir. Lakin Ermənistan yenə özünə yaraşanı elədi. Atəşkəsə əməl etməməyi azmış kimi, Gəncə, Mingəçəvir, Tərtər, Bərdə, Ağdam və digər yerlərdə yaşayan dinc əhalini, mülki obyektləri rakatlə hədəfə aldı. Dünya isə bu qətliama səssiz qalmaqdadır. - Sizin də dediyiniz kimi, Ermənistan məğlub olmağına rəğmən, sanki göbəyi Dağlıq Qarabağda kəsilibmiş kimi, nə torpaqlarımızdan, nə də iddiasından əl çəkir... - Düşmən nə deyir, desin. Bizdə bir söz var: “Atı alan Üsküdarı keçdi”. Yəni artıq ox yaydan çıxıb. İşğalçının məğlub olduğu gün kimi ortadadır. Cəbhə xəttindən çox uzaqlardakı Gəncəni ballistik raketlərlə atəşə tutmaq, mülki əhalini vurmaq məğlub Ermənistanın son çırpıntılarıdır. Bu, məğlubiyyətin və acizliyin bariz ifadəsidir. Köhnə sovet silahları ilə təchiz olunmuş Ermənistan ordusu müasir silahlara malik Azərbaycan Silahlı Qüvvələri qarşısında qarışqa sürüsü kimi dağıldı, dağılmaqdadır. Azərbaycan təkcə təzhizat yox, şəxsi heyət baxımından da qarşı tərəfdən qat-qat güclüdür. Ermənistan sadəcə döyüş meydanında itkilər vermir. Hər iki dövlət liderləri arasındakı iradə, qərarlıq, bilik və mədəniyyət fərqi də ortadadır. Cənab İlham Əliyevin təcrübəli bir dövlət adamı, peşəkar, qərarlı bir ali baş komandan olduğunu, rus, ingilis dil bilgisi ilə dərin ritorika qabiliyyətini hətta hər fürsətdə Azərbayana qarşı olan Rusiya jurnalistləri də etiraf edirlər. Yəni Ermənistan sadəcə döyüş meydanında deyil, əslində bütün istiqamətlərdə Azərbaycana uduzur. Bunu “həzm edə” bilmədiyinə görə də, öz aləmində “sözüm sözdür” deyir. Amma hara qədər?! - Bəs nə etməliyik? - Tarix göstərib ki, məsum insanlara erməni hücumları bitməyəcək. Azərbaycan, Türkiyə və bütün Türk dünyası güclü olmalıdır. Eşq olsun Azərbaycana. Yaşasın bir millət, iki dövlət! 

On Binlerce Türk Esirin Acı Durağı: Nargin Adası

Star Gazetesi'nde 18 Mayıs 2018 tarihinde yayınlanmıştır

Hazar Denizi’nin Bakü açıklarındaki, Nargin Adası I. Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından esir kampı olarak kullanıldı. Ruslar, Doğu Anadolu’da işgal ettikleri Kars, Erzurum, Ardahan gibi bölgelerde ellerine geçirdikleri esirleri, asker sivil ayırmaksızın, bu adada yıllarca sürecek zorlu bir esaret hayatına mahkum etti.

Sarıkamış Harekâtı sonrası esir düşen Türk askerleri Nargin Adası’ndaki bu kampa yerleştirildi, ardından yeni savaşlar, yeni tutsaklıklar ile başlayan esaret altındaki hayatlar savaşın sonuna kadar devam etti…

Ruslar işgal ettikleri yerlerde yalnızca askerleri tutsak etmekle yetinmediler. Yaşı 80’i geçenler, iki yaşından 15 yaşına kadar on binlerce esir götürüldü bu ölüm adasına. Prof. Dr. Okan Yeşilot ile ölüm adasında yaşanan trajik hikâyeleri konuştuk.

Nargin Adası’nın Türklerin  mazisindeki yeri nedir? 

Ruslara esir düşen Türkler, Omsk, Tomsk, İrkutsk, Samara, Kazan, Nijni Novgorod, Bakü ve diğer şehirlerde özel kamplara götürülüyorlardı. Askeri esirlerden genellikle erler ve alt rütbeliler Bakü’de bırakılıyor, subaylar ise kaçmalarını önlemek maksadıyla Sibirya’da Çin hududuna yakın İrkutsk’a gönderiliyordu. Rusların sivil, asker demeden Türk esirlerini tuttukları yerlerin başında Bakü gelmekteydi. Kafkas Cephesi’nden binlerce esir nakli yapan trenler, Bakü’ye geldiklerinde esirlerin bir kısmını burada bırakıyor, diğerlerini Sibirya’ya naklediyordu. I. Dünya Savaşı esnasında, adada tutulan esirlerin bulunduğu şartlardan dolayı Azerbaycanlı Türkler tarafından “Arsa-i Kerbela”, “Makber” gibi çeşitli isimlerle anılan ve yılanlarıyla ünlü olduğu için “Yılan Adası” da denilen Nargin, Hazar Denizi’nde, Bakü’ye deniz yoluyla 45 dakikalık mesafede bulunan 3 bin 100 metre uzunluğunda ve 900 metre eninde 3,5 kilometre kare büyüklüğe sahip olan bir adadır.

Bu adada toplam kaç esir  vardı? Adaya götürülenler sadece Türk askerleri miydi?

Kampta 400 kişinin bakılabileceği bir hastane vardı ancak yeterli sağlık hizmeti sunulamadığından tedavilerle esir doktorlar ilgileniyordu. Kamp koşullarının verdiği olumsuzluklar sebebiyle ölüm olayları anormal derecede artınca kamp yönetimi, esirleri başka bölgelere sevk ederek bu sorundan kurtulmaya çalıştı. Nargin’den İstanbul’daki yetkililere yazılan 7 Mayıs 1915 tarihli bir mektupta; kamp koşullarının ağırlığı, havanın sıcak olduğu, yoğunluk nedeniyle barakalarda 240 kişi yatıldığı, içme suyunun çok kötü olduğu ve kendilerine yardım edilmesini istiyordu. Adada Alman, Avusturya-Macaristan ve Bulgar kökenli esirler de kalmıştı. Ancak bu milletlere ait esir sayıları hiçbir zaman Türk esirlerinden fazla olmadı. Çeşitli dönemlerde adada 3 bin ila 6 bin arasında Türk esiri kalmıştı.

Kampa göndermeden önce  sorguya alınıyorlar mıydı?

Ruslar, esir aldıkları Türk askerlerini cephe gerisine götürür ve kayıt işlemlerini yapardı. Kayıt işleminde esirin adı, lakabı, sınıfı ve ihtisasları resmi olarak kayıt altına alınırdı. Ardından sağlık kontrolünden geçirilen esirler, Türkçe bilen bir Rus subayı tarafından sorgulanırdı. Esire nasıl bir muamele yapılacağı, hangi kampa gideceği hatta yaşamasına dair her karar bu subayın elindeydi. Gece yarısı uykularından uyandırılarak kamp dışına çıkarılan bazı esirler, kampta sorumlu olduğu düşünülen birkaç kişi tarafından öldürülmek istenmişti.

Adanın şartları nasıldı?

Adaya ilk gelenlere içi saman dolu şilteler verilmişti. Yatak, yorgan, yastık yoktu hatta sonradan gelenlere şilte dahi verilmemişti, doğrudan kuru tahta üzerinde yatıyorlardı. Kampın yemekhanesi ve çamaşırhanesi yoktu. Düzenli ilaçlama olmadığı için kamp şartları sağlık yönünden iyi değildi. Adada esirlerin kullanabileceği iki adet tuvalet vardı. Deniz kenarında son derece pis, duvarı ve çatısı olmayan bu tuvaletleri özellikle geceleri kullanmak son derece tehlikeliydi çünkü denize düşme riski vardı. Geceleri ve kuvvetli rüzgarlarda bu tuvaletleri kullanamayanlar, barakalardaki fıçıları kullanıyordu.

Susuz, kurak ve yılanlarla dolu olduğu bilinen bu adada ne gibi can alıcı olaylar oldu?

“Amele ve Saldat Vekilleri Şûrası Hususi Komitesi” Nargin’deki durumu incelemek üzere bir heyet gönderdi. İncelemeler sonunda, adada esirlerden günde otuz kişinin öldüğü, bunlardan çoğunun ishal ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybettiği, bin üç yüz hasta ve yaralı bulunduğu fakat Nargin’deki hastanenin 400 kişilik olmasından dolayı hastaların çoğunun barakalarda yattığı, yiyecek ve içeceklerinin bulunmadığı yetkililere bildirilmişti.

Neriman Nerimanov, Hümmet Gazetesinin 28 Kasım 1917’deki 21 no’lu nüshasında “Göz Yaşı Dökdürten Cezire” makalesi ile bu kamplardaki durumu son derece çarpıcı bir üslupla dile getirdi: Keşke bir deri bir kemik bedenleri sıfatsız yüzleri görmeseydim. Keşke “efendim su, yemek” sözlerini duymasaydım. Keşke çıplak, dudakları soğuktan titreyen, yüzleri morarmış annesiz-babasız küçücük çocuklarla konuşmasaydım. Keşke başları tuğlanın üzerinde can veren yiğitlerle karşılaşmasaydım! Bin iki yüz insan evladı ölüm sırasında duruyor. Altı bini ise buna hazırlanıyor. Tifo mu? Veba mı? Veya başka bir bulaşıcı hastalık bunları adaya kurban edecek.

Adada ölen esirler nerelerde defnedildi? Kaç şehit verdik? 

Esaret hayatını Nargin’de geçiren Türk askeri Süleyman Nuri hatıralarında şöyle naklediyor: Adanın kuzey tarafı ucuna, ölen esirleri gömdüklerini işittiğimiz yeri görmek ve onları ziyaret etmek için bir gezinti yaptık. Orada yegâne açık bulunan bir çukura yaklaştık. Yarı yarıya dolu olan çukurun içine atılmış ölüleri, üzerlerine kalın bir tabaka kireç serpildiği için sayamadık. Bizden kıdemli olan erler çukurların ellişer kişilik kazıldığını ve dolunca kapatıldığını söylediler. Artık biz de ölümle hayat arasında fark görmek hissinden mahrum olanlara döndük.

Firar edenler var mıydı?

Bütün risklere ve zorluklara rağmen Azerbaycan Türkleri savaşın seyrinin Osmanlı Devleti lehine dönmesine katkı sağlamak ümidiyle Nargin’den esirlerin kaçmasını sağladı. Kayıklarla adaya giyecek, erzak taşıyan Azerbaycan Türkleri adadan esirlerin kaçırılmasına  yardım ettiler.

Kafkasyalı Türk gençlerince kurulan “Kafkasya Müslüman Talebeleri Komitesi” bizzat Türk esirlerin kaçırılması faaliyetlerine iştirak etmiş, birçok esir kaçırma olayında, Cemiyet-i Hayriye ile birlikte çalışmışlardır.